Sonra Şefik “Lansmana seni yazdım, gidiyorsun!” dedi, merakla yola düşen Ayça da o çizimleri yapan Raphael Lacoste’u, multiplayer modu oyun yönetmeni Damien Kieken’i karşısında buluverdi. İlk buluşma mekanımız bir Ermeni Kilisesi olan ve artık müzik performanslarına ev sahipliği yapan The Hall’du. Kapılardaki Assassin’s Creed logosunu takip edip içeri daldık, basınla kaynaştık, kocaman tablolarda uzaktan bizi kesen Ezio’nun bakışları altında Assassin’s Creed: Embers gösterimine girdik. Ezio’nun “Her şeyi yapabilecek kadar vaktim olmamıştı, biliyorum ama şimdi hiçbir şey yapmaya zamanımın olmamasından endişeleniyorum.” dediği Embers, bizi Ezio’nun Firenze’deki evine götürüyor. Baksanız uzaktan mutlu dersiniz; saçları beyazlamış, karısı ve çocuğu yanında. Bütün gün güneş gören, yemyeşil bahçesinde duruyor ve kendisiyle hesaplaşıyor bir yandan da. “Nerelerde neleri bıraktım, gençtim, şimdi vaktim yok” dercesine de kabullenmiş gibi her şeyi.
Güzel bir 20 dakikanın sonunda The Hall’daki dev figürün, masanın üstündeki ansiklopedilerin arasından geçerek ekiple sohbet etme imkanı yakaladık. Raphael Lacoste bundan önceki gezisinde 8.000 kare çektiği fotoğraflarla İstanbul’un bütün hikayesini dinlemeye çalıştığını ve Ayasofya’yı gördüğünde çok duygulandığını dile getirdi. Akşam gala yemeği için yolumuz Sultanahmet’te bulunan Binbirdirek Sarnıcı’na düştü ve oyun dünyasının her köşesinden bir araya gelen basın mensuplarıyla da sohbet ederek sarnıcın o rutubet ve tarih kokan havasında iyice moda girdik, ertesi gün gerçekleşecek üç saatlik tek kişilik ve yarım saatlik multiplayer deneme sürecine hazırdık.
“Önüm, arkam, sağım, solum, Ezio!” diyerek The Hall yollarını erkenden arşınladık, Revelations giriş videosunu da izleyip koltukların başına oturduk. Oyunu PlayStation 3’te oynadığımızı baştan belirtelim. Toplamda dokuz bölümden oluşan oyunun üç bölümünü oynama hakkımız vardı ve ilk bölümde Ezio, İstanbul’a gelip baş assassin Yusuf Tazim ile tanışıyor. Tahmin edeceğiniz gibi bu bölüm yardım menüsü kıvamında. Bazı temel şeyler anlatılıyor. Temel şeylere tam odaklanamadan bulduğum ilk yüksek çatıdan turuncu güneşle beraber seyre daldım. Tamam, biraz bekleyebilir yapmamız gerekenler. Kıyıya yürüdüm, evlere, insanlara, bitki örtüsüne bolca baktım. Yayınlanan ilk görüntülerde ve konsept görsellerinde, bitki örtüsü palmiyeymiş gibi görünen ve “İstanbul’da bu kadar çok palmiye olmasın ya!” diye sızlandığım ilk detay, her çatıya çıkıp aşağılara baktığımda tamamen çürüdü. Bitki örtüsü de gayet İstanbul, neyse ki o kadar palmiye yoktu. İnsanlar dedik, halkın konuşmasını çok merak ediyordum, seslendirmelerin başarısı da oyunu oynayan Türkler için önemli haliyle. Yanından geçtiğimiz insan öbeklerini seslendirmeleri ne kadar başarılıysa Ezio’nun yanındaki karakterler de bir o kadar Türkçe bilmeyen Türk kıvamında. Biraz, çok az, ufacık kulak tırmaladı, özellikle halkın sesinin gayet tatmin edici olmasından sonra...
Çok da fazla detaya girip hevesinizi baltalamak istemiyorum ama yeniliklerden de bahsedeyim biraz. Yeni silahlar ve yeni bombalar, daha önce oyunu oynamış olanlara da yeni bir deneyim sunacak. Bombayı nasıl yaptığımıza gelince... Çeşitli maddeler var ve bunlardan gerekenleri toparladığımızda bize vereceği etkiyi de görüyoruz. Örnek: Arabic Gunpowder’ları toparlayın, bombanızı yapın.
Grafiklere baktığımda birden fazla ekranın yanına yanaşıp her monitörde oyunu farklı gördüğümden kesin bir şey söylemem mümkün değil. Yani birinde renklerin parlaklığı hat safhadayken diğerinde oyun puslu görünüyordu. Dikkatimi çeken bir nokta da Ezio’yu kontrol ederken oluşan kamera kayması sorunlarıydı. Açılar aniden değişiyor ve sakin sakin yürürken bir anda Ezio’nun suratıyla karşılaşıyoruz. Bu sorun bizim oynadığımız versiyondan da kaynaklı olabilir. Çok yenilikçi hareketler belki yok oyunda, mekanikler hala bildiğimiz gibi ama bu, Ezio’nun finalini basitleştirmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder